21 Ocak 2011

Üstat OSHO Olgunlaşmış Aşk......

Ve bunun nedeni de meditasyonun aydınlanmayı, senin çiçeklenmeni, varlığının nihai ifadesini getirmesidir; daha fazla neye ihtiyaç duyarsın? Birey söz konusu olduğunda meditasyon yeterlidir. Buda'nın büyüklüğü ise meditasyona başlamadan önce dahi sevgiyi sana tanıştırmış olmasındadır. Daha sevecen, daha nazik, daha şefkatli olmalısın. Bunun ardında gizli bir bilim yatıyor. şayet aydınlanmadan önce sevgi ile dolu bir kalbin olursa, meditasyondan sonra senin eriştiğin aynı güzelliğe, aynı yüksek duygulara, aynı kutlamaya başkalarının da erişebilmesi için yardım etmen mümkün olacaktır. Gautam Buda aydınlanmanın bulaşıcı bir hale gelmesini mümkün kılar. Ancak kişi eve varmış olduğunu hissederse niçin başka birisini umursasın? Buda ilk kez aydınlanmayı bencilce bir şey olmaktan çıkartmıştır; o bunu bir sosyal sorumluluğa dönüştürmüştür. Bu, perspektifteki çok büyük bir değişikliktir. Ancak, sevgi aydınlanmadan önce öğrenilmelidir.
 
O önceden öğrenilmezse, o zaman aydınlanmadan sonra öğrenilecek bir şey yoktur. Kişi bir kez kendisinin içinde sonsuz mutlu olduğunda, o zaman sevgi bile kişinin keyfini engelliyormuş, kişinin sonsuz mutluluğu için bir tür engelmiş gibi görünür. Bu nedenle yüzlerce aydınlanmış insan olmasına rağmen çok az usta vardır. Bir usta olmak demek muazzam düzeyde sevgiye sahipsin demektir ve sen aydınlanmanın mümkün kıldığı bu güzel hallerin içerisinde tek başına yol almaktan utanırsın. Kör olan, karanlıkta yolunu bulmaya çalışan insanlara yardım etmek istersin. Onlara yardım etmek rahatsızlık değil, bir keyif halini alır. Aslında etrafında pek çok insanın çiçekler açması sonsuz mutluluğu daha da zenginleştirir. Sen başka hiçbir ağacın çiçeklenmediği bir ormanda tek açan, yalnız bir ağaç değilsindir. Tüm orman da seninle birlikte çiçek açtığında keyif binlerce kez daha çoğalır: Aydınlanmanı dünyaya bir devrim getirmek için kullanmışsındır. Gautam Buda sadece aydınlanmamıştır, o bir devrimcidir de. Onun dünyaya, insanlara olan ilgisi muazzamdır. O müritlerine, meditasyon yaptığınızda ve dinginlik, sessizlik hissettiği- nizde; varlığınızın içinde derin bir sevinç kıpırdanmaya başladığında buna tutunmayın, onu tüm dünyaya verin, diye öğretirdi. Ve endişelenme çünkü onu ne kadar çok verirsen, onu elde etme yeteneğin de o kadar artacaktır. Verme davranışının, vermenin senden herhangi bir şey götürmediğini; tam tersine, bunun senin tecrübelerini çoğalttığını bir kez anladığında, muazzam bir öneme sahip olur. Ancak hiçbir zaman sevgiyle dolu olmamış bir kişi vermenin sırrını bilmez, paylaşmanın sırrını bilmez. Bir gün Buda'nın müritlerinden birisi olan sıradan bir adam - o bir sannyasin değildi ama Gautam Buda'ya kendisini son derece adamıştı - şöyle dedi: "Bunu yapacağım ... ama sadece tek bir istisna yapmak istiyorum. Tüm neşemi ve tüm meditasyonumu ve tüm manevi hazinelerimi bütün dünyaya vereceğim; komşum dışında. Çünkü bu adam gerçekten iğrenç." Komşular her zaman düşmandır. Gautam Buda, ona şöyle demiştir: "O halde tüm dünyayı unut, sen sadece komşuna ver." Adamın aklı karışmıştı: "Ne diyorsunuz?" Buda, "şayet komşuna verebiliyorsan, sadece o zaman insanlara karşı sahip olduğun bu çözümsüz davranıştan özgürleşebileceksin," dedi. Sevgi temelde insanların zaaflarını, onların zayıf yönlerini kabul etmektir, onların tanrılar gibi davranmalarını beklememektir. Bu beklenti merhametsizliktir çünkü onlar tanrılar gibi davranamayacaktır ve o zaman sen önyargılarının içine düşeceksin. Ve onlar da kendi özsaygılarını yitirecekler. Tehlikeli bir şekilde onları sakatlamışsındır, onurlarını zedelemiş- sindir. Sevginin temellerinden birisi herkese değer vermektir, senin başına gelen şeyin onların da başına gelebileceğini herkesin fark etmesini sağlamaktır. Hiç kimse umutsuz bir vaka değildir, hiç kimse değersiz değildir; aydınlanma hak edilmesi gereken bir şey değildir, o senin kendi doğanın ta kendisidir. Ancak bu sözler aydınlanmış kişiden gelmelidir. Sadece o zaman onlar güven yaratır. Eğer onlar aydınlanmamış din bilginlerinden gelirse güven yaratamaz. Aydınlanmış insan tarafından söylenen sözcük nefes almaya başlar, kendine ait kalp atışları oluşur. O canlanır, o doğrudan senin kalbine girer; o entelektüel bir jimnastik değildir. Ancak, din bilgini ile bu farklı bir şeydir. Onun kendisi dahi neden bahsettiği, ne yazmakta olduğu konusunda emin değildir. O da seninle aynı emin olmama halinin içindedir. Gautam Buda, bilincin evrimindeki mihenk taşlarından birisidir. Onun katkısı çok büyüktür, ölçülemez. Ve onun katkısı içerisinde sevgi düşüncesi en yaşamsal olanlarından birisidir. Fakat hatırlaman gerekir ki sevecen olarak daha yükseğe çıkamazsın; aksi takdirde her şeyi mahvedersin. Bu bir ego oyununa dönüşür. şefkatli olurken diğer kişiyi aşağılamaman gerektiğini hatırla; aksi takdirde sen şefkatli olmazsın. Sözcüklerin ardında onların aşağılanmasından zevk duyuyorsundur. Sevginin anlaşılması gerekir. Çünkü o olgunlaşmış aşktır. Sıradan aşk çok çocukçadır, o yeni yetmeler için iyi bir oyundur. Ne kadar hızla onun dışına çıkabilirsen o kadar iyidir çünkü senin aşkın kör bir biyolojik güçtür. Onun, senin manevi gelişiminle hiçbir alakası yoktur. Bu yüzden tüm aşk ilişkileri garip bir şeye dönüşür, çok acı bir hal alır. Son derece cazip, son derece heyecan verici, son derece meydan okuyucu olan, uğrunda ölebileceğin şey... şimdi, yine ölebilirsin fakat onun için değil, ondan kurtulmak için! Aşk kör bir güçtür. Başarılı olan aşıklar asla sevgililerini elde edememiş olanlardır. Tüm büyük aşk hikayeleri; Leyla ve Mecnun, Ferhat ile şirin, Soni ve Mahival; bunlar, Romeo ve Juliet ile kıyaslanabilecek olan Doğu'nun üç büyük aşk hikayesidir. Ancak tüm bu büyük aşıklar kavuşamazlar. Toplum, anne babalar, her şey bir engele dönüşür. Ve kanımca bu iyi de olmuştur. Çşıklar bir kez evlendiğinde, o zaman geriye bir aşk hikayesi kalmaz. Mecnun asla Leyla'yı kollarına alamadığı için şanslıydı. İki kör kuvvet bir araya geldiğinde ne olur? Her ikisi de kör ve bilinçsiz olduğu için sonuç büyük bir ahenk olamaz. Sonuç sadece hükmetme, aşağılama; her türden çatışma için bir savaş hali olabilir. Ancak, tutku tetikte ve uyanık hale geldiğinde aşkın tüm enerjisi arınır; o sevgiye dönüşür. Aşk her zaman için bir kişiye yönelir ve onun en derindeki arzusu kişiye sahip olmaktır. Aynı şey diğer taraf için de geçerlidir. Ve bu her iki insan için de cehennem yaratır. Sevgi hiç kimseye yönelmez. O bir ilişki değildir, o basitçe senin varlığının kendisidir. Sen ağaçlara, kuşlara, hayvanlara, insanlara; herkese koşulsuzca, karşılığında bir şey istemeden sevgi dolu olmaktan keyif alırsın. Sevgi kör biyolojiden özgürleşmektir. Aydınlanmadan önce aşk enerjinin bastırılmadığı hususunda uyanık kalman gereklidir. Eski dinlerin yapmakta oldukları şey budur: Onlar aşkın biyolojik olarak ifade edilmesini kötülemeyi sana öğretirler. Böylelikle sen aşk enerjini bastırırsın ... ve bu enerji sevgiye dönüşecek olan enerjidir. Kötüleyerek dönüşüm olasılığı kalmaz. Bu yüzden senin azizlerin kesinlikle hiç sevgiye sahip değiller; onların gözlerinde hiçbir sevgi göremeyeceksin. Onlar içlerinde hiç öz sıvısı olmayan iskeletlerdir. Bir azizle yirmi dört saat yaşamak cehennemin nasıl bir şey olduğunu tecrübe etmek için yeterlidir. Belki de insanlar bu gerçeğin farkındadır, bu yüzden onlar azizlerin ayaklarına dokunurlar ve hemen uzaklaşıp giderler. Çağımızın büyük filozoflarından birisi olan Bertrand Russell anlayışlı bir şekilde şöyle ifade etmişti: "Eğer bir cehennem ve cennet varsa ben cehenneme gitmek istiyorum." Niçin? Sırf azizlerden uzak durmak için çünkü cennet tüm bu ölü, donuk, tozlanmış azizlerle dolu olacaktır. Ve Bertrand Russell, "Bu arkadaşlığa bir dakika bile dayanamazdım. Ve ebediyeti geçirmek, sonsuza kadar aşkın ne olduğunu bilmeyen, arkadaşlığın ne olduğunu bilmeyen, hiç tatile çıkmayan bu cesetlerle çevrelenmek...!?" diye düşünür. Bir aziz haftanın yedi günü aziz kalır. Onun hiç olmazsa bir günlüğüne, Pazar günü, insan olmanın tadını çıkarmasına izin yoktur. Hayır, o kasılmış olarak kalır ve katılık zamanla büyümeye devam eder. Bertand Russell'ın cehennemde kalma kararını çok takdir ediyorum çünkü onun, bununla ne demek istediğini anlıyorum. Onun dediği şey, dünyadaki tüm renkli insanları - şairleri, ressamları, asi ruhları, bilim adamlarını, yaratıcı insanları, dansçıları, aktörleri, şarkıcıları, müzisyenleri - cehennemde bulacağındır. Cehennem gerçekten de cennet olmalı çünkü cennet cehennemden başka bir şey değil. Her şey son derece tersine gitmiştir ve yanlış gitmesinin temel nedeni aşk enerjisinin bastırılmış olmasıdır. Gautam Buda'nın katkısı şudur: "Aşk enerjini bastırma. Onu zarifleştir ve bunu yapabilmek için de meditasyonu kullan." Bu yüzden, yavaş yavaş meditasyon geliştikçe aşk enerjini zarif hale sokar ve onu sevgiye dönüştürür. O zaman, meditasyonun en yüksek zirvesine erişmeden ve aydınlanmanın güzel deneyimi halinde infilak etmeden önce sevgi çok yakında olacaktır. Aydınlanmış kişi için sevginin kökleri aracılığıyla enerjilerinin, onları almaya hazır olan herhangi birisine akmasına izin vermek - ki artık o dünyanın tüm enerjisine sahiptir - mümkün hale gelecektir. Sadece bu türden bir kimse bir ustadır. Aydınlanmak basittir ama bir usta haline gelmek çok karmaşık bir olgudur çünkü o meditasyon artı sevgiye ihtiyaç duyar. Sadece meditasyon kolaydır, sadece sevgi kolaydır ama ikisinin beraber, aynı anda gelişmesi karmaşık bir iştir. Ancak, sevgi hissetmediği için tecrübelerini paylaşmayan ama aydınlanmış insanların, yeryüzündeki bilinçliliğin gelişimine bir yardımı olmaz. Onlar insanlığın seviyesini yükseltmezler. Sadece ustalar bilinci yükseltmeye muktedirdirler. Sahip olduğun küçücük bilinçliliğin bile tüm kredisi, aydınlanmalarından sonra dahi sevgi dolu kalmayı başarmış olan birkaç ustaya aittir. Anlaman zor olacak ... ancak aydınlanma öylesine seni içine çeker ki tüm dünyayı unutmaya meyledersin. Kişi o kadar çok tatmin içerisindedir ki, bilerek ya da bilmeyerek, doğru bir şekilde yahut yanlış bir biçimde, aynı tecrübe için can atan milyonları düşünmeye hiç hali yoktur. Sevgi mevcut olarak kaldığında, o zaman bu insanları unutmak olanaksızdır. Aslında, vermek için, paylaşmak için bir şeye sahip olduğun an budur. Ve paylaşmak öylesine büyük bir keyiftir ki. Sevgi sayesinde, zamanla ne kadar çok paylaşırsan o kadar çoğuna sahip olduğunu öğrenmiştin. Aydınlanmanı da paylaşırsan daha da çok zenginliğe sahip olacaksın, aydınlanman çok daha fazla canlı, çok daha fazla kutlu, çok daha fazla boyuta sahip olacak. Aydınlanma tek boyutlu olabilir; bu pek çok insanın başına gelmiştir. O, onları tatmin eder ve onlar evrensel kaynağın içinde kaybolurlar. Ancak aydınlanma çok boyutlu olabilir, o dünyaya pek çok sayıda çiçek getirebilir. Ve sen dünyaya bir şeyler borçlusun çünkü bu dünyanın kızı yahut oğlusun. Zerdüşt'ün bir sözünü anımsadım: "Asla yeryüzüne ihanet etme. En ihtişamlı anında bile yeryüzünü unutma; o senin annendir. Ve insanları unutma. Onların engelleri olabilir, onlar senin düşmanların olabilir. Onlar seni pek çok şekilde mahvetmeye çalışmış olabilir; onlar seni çoktan çarmıha germiş olabilir; seni ölümüne taşa tutmuş, yahut seni hapsetmiş olabilirler fakat sen onları unutma. Her ne yaptılarsa bilinçsiz bir halde yaptılar. Onları affedemezsen, kim onları affedecek? Ve senin onları affetmen, seni kıyaslanamaz bir şekilde zenginleştirecektir." Sevginin karşısında olan hiçbir şeye destek vermemek için dikkatli ol. Kıskançlık, rekabet, tahakküm etme çabası; bunların tümü sevginin karşısındadır. Ve hemen bileceksin çünkü sevgin sarsıntı geçirecek. Sevginin sarsıldığını hissettiğin an, onun karşısında olan bir şey yaptığını bileceksin. Sevgini, sana kaygı, keder, çatışma dışında bir şey vaat etmeyen ve muazzam derecede değerli bir hayatı çarçur edecek aptalca şeylerle zehirlemeyeceksin.
 
Üstat Osho Aşkla...

15 Ocak 2011

tatilde...

işte bir tatil daha... evdeysen kendi yatağında yatıyorsan, istediğin bütün kanalları özgürce değiştirip izleyebiliyorsan, istediğin gibi dağıtıp (tabi annenin sözlerini umursamadan :) ), kulaklık takmadan müzik dinleyebiliyorsan evet gerçekten sen bir tatildesin ve evdesin demektir. evle bütünleşme süreci sanırım iki gün daha sonra msn de geçen saatler başlıyor bende 3 gün önce geldim sanırım internette dilediğimce takılabilirim. bugün goolge da ne arattım ben bile inanamıyorum 'tığ işi bere modelleri' üstelik görsellerde sonuçta resimden bakarak model çıkartırdım(tabi ki böyle birşey yapamıyorum.). bugün kendime şaşırmakla geçti sondan başladım sanırım günü anlatmaya. ilk olarak sabahın 7 buçuğunda kalktım kahvaltı filan geçiyorum o kısmı. günün ortasında kendimi halamlarda şu şekilde buldum: dar paça kot ,kazak, deri ceket... belki şık bile sayılabilirim Ama resmi tasvir edeyim bu şekilde annem ve minimum akraba ile gözleme yapıyordum. hafif makyaj da vardı saçlar filan da yapılmış. ateşin kenarında gözlemeleri sacın üzerinde çevirken ruhum dışarı çıktı ve içinde bulunduğum anı gördüm güzel ama tezatlıklar vardı. Fadime Paris'te filan... gözlemeleri afiyetle yedik tabi ki.. öğrenci demek genelde karnı tok gözü aç insanlar olarak görülür yetişkinler tarafından aynen de öyle öğrenciilikte artık tecrübeliyim evde ne kadar közde pişebilecek şey varsa bahçeye taşıdım. patates ve mantar(dağdan toplanmış :) ) tabi onarı da bir güzel yedim. ama hala aç bir insan olarak tekrar mutfağa girdim ve kestane... Ya olur mu olmaz mı derken kestaneler ve bıçakla tekrar olay mahalindeydim onlarıda pişirip yedim... Bunlar tam olarak 4 ya da 5 saatimi aldı bu kadar uzun yeme sürecinden sonra eve döndük yaklaşık akşam 8 civarı.Bilgisayar açık tabi ki saat 22 zihnimde şu düşünce ne yesem ? beni tanıyanlar yediklerimin nereye gittiğini hep merak ediyorlar yemek yememle zayıflığımın arasında ters orantı var sanırım.. sonuçta yarım ekmekle çikolata arasında doğru orantı vardır.. yarım ekmeğe yarım kavanoz çikolata hop hepsi midede.. sevgili çikolatalı ekmek ve sayın kaloriler artık bana uğrayın yaa sadece amacım 5 kilo almak çoğunda gözüm yok lütfen ama. zayıf insanlarla rüzgarlı havalarda uçarsın ayağına taş bağla ve dal çöp gibi benzetmeler bit artık bittttt............. son olarak bu tatilden istediğim kilo bir ara bana uğrar mısın? Aramızda 21 yıllık bir mesele var da şunu artık çözüme kavuşturalım.. merhaba tatil.

9 Ocak 2011

kabul etmesi zor !!!

freud belki gerçeten biz insanları yönlendiren güdülerimiz var. Basit bir ifade ile (herkesin bildiği gibi) cinsellik ve saldırganlık. evet cinsellik dedim ama anladığımız anlamda değil iki karşı cinsle birleşmek arzularına kurban olmak değil ne biliyor musunuz yaşama güdüsü. Evet aynen bu yaşama güdüsü Freud'un dediği bu. Bu güdünün içinde cinsellik var haklısınız ama yaşama güdüsünün altında anlatabiliyor muyum? sizin doğal güdünüz yani dürtünüz döl bırakma isteğiniz geri planda kalan bir şey ha ama ben hayvanım sadece döl saçarım diyorsan  senin bileceğin iş şekerim. o çılgınca dürtülerin için kadınları suçlayamazsın beynin yarım metre aşağı da çalışıyor diye bunun sorumlusu ben olamam. saldırganlığa gelince şekerim sen onu da çok iyi bilirsin doğan da var dicem ama insan doğası değil. İnsanın doğasında ölümden kaçma vardır bunu çeşitli yollarla yapabilir ama senin ki tamamen şiddet be canım. senin nasıl bir canlı olduğunu karar vermiş durumda değilim sınırlarımı zorluyorsun. Bize hocalarımız hep der ki koşulsuz kabul mesleğinizin etiklerinden kabul etmiyorum ben seni nasıl kabul edeyim ?!!! Senin sapkın düşüncelerini değiştirmek isterim ama olmaz ki yapamam bunu... senin için en iyisi başka bir danışmana sevk etmem olur galiba.

27 Aralık 2010

garip bir gün

evet uzun bir aradan sonra tekrar yazıyorum. sınavlar ödevler derken ne kendime ne de başkalarına zaman ayıramadım. vücudum çok yorgun sadece vücudum mu hayır ruhum ve zihnimde.ha birde yılların yorgunluğu var yaşıma bir tanesini daha kattım bugün. teşekkür etmem gereken insanlar var canlarım Mervem ve Sedam ilk siz kutladınız bunu zaten biliyorsunuz. sizi çok seviyorum. bu yıl doğum günüm bir garip yeni yaşımın ilk dakikalarına elimde yün ve şiş karşımda televizyonla girdim. televizyonda fasion one izliyorduk o da bir ayrı garip tabi. sabah kalktım doğum günüm yaa giyindim üzerine üslendim altı üstü derse gidiyordum. neyse sonuçta gittim derse iki kişi kutladı sadece. sanırım arkadaşlık konusunda tekrar düşünmem gerekiyor. sonuç olarak sevgilim bile doğum günümü kutlamadı neyse sabır taşım daha çatlamadı.sabır eyy gönül..... saygılar doğum gününde yurtta takılan kız

4 Aralık 2010

ne demeli ?

kendilerini zeki zanneden ama bir o kadar aptal olan sevgili arkadaşlarım. artık arkadaşım demek bile geçmiyor içimden üniversite okumak ve güzel giyinip ortalıkta salınmaktan başka bir yapabiliryor musunuz onu söyleyin bana!! kitap okumayı bile yeni yeni alışkanlık ediniyor olmanız ne kadar acıklı daha da acıklı olan şu ki bu insanlar öğretmen olacak yazık gerçekten yazık. Genel kültürden bu kadar uzak nasıl yaşayabiliryorsunuz? dün gece için özür dilerim ''canlı para'' daki aptal öğretmenlere laf söylerken sizlerde alındınız biliyorum onları korumanızdan belliydi ama bu kadar kültürsüz olacağınızı önceden bildiğim halde tekrar şaşırmama neden  oldunuz. ne demeliyim nasıl davranmalıyım bilmiyorum artık. Son şu aslından üniversite dediğimiz yüksek öğrenim yuvasına(?!) not ortalaması ve öss puanıyla girilmesin sosyal aktivitelere de bakılsın belki de bu çözüm olabilir. insanlar neden bilgiye kendini kapatır ki ya isyanım bunları bu şekilde yetiştirenlere mi bu şekilde yaşayanlara mı? şöyle bir cümle kuran insanla aynı ortamda yaşıyorum 'tükçecilerle ne alakası vardık ?' aynen bu. 2 yıldır okumaya devam ettikleri kitapta 210. sayfada olduğunu konuşmaları ne kadar komik geliyor kulağa üstelik bundan gurur duyan bir ses tonuyla. bu odadan kendimi artık kurtarmalıyım. üniversite çabuk bit. ya eve çıkma vakti geldi de geçiyor. sosyal bir ev arkadaşı aranıyor.


van gogh'u bilmek için güzel sanatlarda okumak gerekmiyor....

3 Aralık 2010

pufff

yakın bir zaman de kişilik kuramları hakkında ağzımı açıp tek kelime söylemicem. freud, adler, jung, sullıvan, fromm ve horney tamam haklısınız kişiliği insanları açıklamak gerekli ama bu da yapılmaz ki tek tek gelin üzerime thanatos zirve yaptı bende. katarsis yaşamak üzereyim durum vahim yani. Allah tan sınavım iyi geçti. artık son sınav öz güven geliştirme umarım öz güvenim zedelenmez. sevgiler neslihan :)

2 Aralık 2010

vize sendromu

yine bir vize dönemi... aynı zamanda bıkkınlıkların en üst safhaya çıktığı hastalıklı bir dönem. yurtta yaşayan biri olarak yurttaki herkesin bir arada yaşayabiliği ama gene de tek başınalığıyla normalden uzun zaman geçirdiği bir dönem. vize dönemlerinde en çok gördüğüm ve yaşadığım sıkıştırılmış zamandaki keramet inanarak son gün hatta son saatlerde ders çalışıyorum. açıkça söylemek gerekirse bölümümün en az çalışan öğrenciyim diyebilirim. birde derslerimiz yok mu hepsi insanla ve içinde bulunduğumuz eğitim sistemiyle ilgili olduğu halde nasıl bu kadar çekilmez olmayı başarabiliyorlar bilmiyorum. bir öğretmen???!!! psikolojik danışman adayı olarak bu çarkın içinde olacağımı bilmek acı verici. ha bide vize dönemleri neden hava bu kadar güzel olmak zorunda ders çalışmayalım diye galiba.